TOGA MEDYACI MENÜ
Ana Sayfa
Toga Röportajlar
Picasso Mustafa
Toga Makaleler
YOL HiKAYELERi-Gezi Notlari
=> 01-RET 3 Türk
=> 02-Bulgar Eziyeti
=> 03-Akşehir Kirazları
=> 04-İstanbul Mobilya Fuarı 2013
=> 05-Kütahya Tatili 2014
=> 06-Denizli Tatili 2014
=> 07-Pamukkale Travertenleri
=> 08-Oksijen Deposu Altınoluk
=> 09-Ören'den Altınoluk'a Seyr-ü Sefa
=> 10-Söke'de Araba Bozuldu
=> 11-Didim, Altınkum Sahilleri
=> 12-Ortaklar'da Kalyon Çöp Şiş
=> 13-Bir Kış Gününde Borlu
=> 14-Doğu Akdeniz Seyahati, Adana
=> 15-Mersin'de Bir Yemek Sarayı Fulyali
=> 16-Okan Toga Hollanda'da
=> 17-Üç Gün Ankara'dayız
=> 18-Adana'da Arsa Satışı
=> 19-Güney Doğu Anadolu Sason Hasankeyf
=> 20-Gördes, Sındırgı ve Bigadiç
=> 21-Çeşme Kumsalından Esintiler
=> 22-Yalancı Cennet Kaş
=> 23-Turizmin Göz Bebeği Antalya
=> 24-Karadeniz Gezisi 2007
=> 25-İstanbul Boğaziçi Turu
=> 26-Hayalet Şehir Mersin Otogarı
=> 27-Tatil Dönüşü Kaza
=> 28-Doğa Harikası Saklıkent
=> 29-Fethiye Ölüdeniz Tatili
=> 30-Adalar Gezisi (Prince Islands)
=> 31-İlden İle, İlçeden İlçeye Türkiye
=> 32-Assos (Behramkale) Tatili
=> 33-Öğrenci Şehri Eskişehir
=> 34-Eskişehir Masal Dünyası
=> 35-Mustafa'nın Hollanda Tatili
=> 36-Gölmarmara Duble Yolu
=> 37-Olimpos Antalya, Adrasan Plajı
=> 38:Tavşanlı Leblebinin Başkenti
=> 39-Salihli, İzmir ve Hollanda
=> 40-Dursunbey, Kutahya Balikesir Arasi
=> 41-TRAKYA GEZiSi "Kirklareli-Tekirdag"
=> 42-CANAKKALE GEZiSi "Yol Hikayeleri"
=> 43-KAPADOKYA GEZiSi "Ic Anadolu"
=> 44-ADANA GEZiSi "Kadirli-Kozan-Ceyhan"
AKTÜEL DOSYALAR
DOSTLARIN FOTOLARI
Türkce Ögretmeni ve Okunan Okullar
Hollanda'da Öğretmenlik Yılları
Hollanda D66 Partisi Adaylari
Basbakan Erdogan'in Hollanda Ziyareti
Salihli'nin Sultanları voleybolda 3-0 yendi
Baskan Kayda ile Basin Mensuplari
Şiir Şöleni ve BizimEce Şairleri
Avrupa Devletleri Tabelası
Brüksel AB ve Hollanda II.Kamer
El Mercan Balık Sarayı
Ciftligin Sadik Bekcileri
Toga'dan Duvar Resimleri
50-Salihli Karlar Altında
Linkler
İletişim
Ziyaretçi defteri
 


 





 










 





 











08-Oksijen Deposu Altınoluk




TOGA'DAN YOL HİKAYELERİ :
 OKSİJEN DEPOSU “ALTINOLUK/AKÇAY”

Bugün 8 Temmuz 2013 Perşembe, Ramazan Bayramının birinci günü. Havalar sıcak mı sıcak. Ege bölgesinde gölgede 37 dereceye ulaştı sıcaklık, rutubet ise % 88 civarında.

Yol Hikayeleri: Mustafa TOGA / 8-12 AGUSTOS 2013 / Haber: 451

Yavaş yavaş akşamın kızıllığı çöküyor evlerin üzerine. Terasın balkonunda, Bozdağların arkasından güneşin kayboluşunu seyrediyoruz. Müezzin köyün camisinden akşam ezanını okumaya başladı ama hala ortalık çatır çatır yanıyor. Derken gece yarısı oluyor, en nihayet hava biraz serinliyor. Sabaha karşı ise açık pencereden soğuk hava dalgası yatak odasını dolduruyor.

Tan ağırdı, köpek ulumlarına karışık horoz sesleri güneşin doğuşunu müjdeliyor.

Hanım - “Haydi kalk!” diyor. `Saat 05.50`

İki speti kaptığımız gibi (köydeki evin arkasında) birimiz üzüm öbürümüz dometes tarlasına dalıyoruz.

Bizde herşey organik tarım, natürel! Ne suni gübre kullanıyoruz ne de bostanlara zirai ilaç atıyoruz.

Sepetler doldu.

-          “Ben biraz dolmalık patlıcan topluyacağım sen de incirlerden kopar” diyor.

Sabah sabah incir ağacına çıkılır mı? Aşağıya sarkmış dallardan koparmaya çalışıyorum.

-          “Bu kadar topladığımız yeter. Daha kahvaltıya yetişeceğiz. Yolumuz uzun, 238 km gideceğiz.”

-           “İki ayağımı bir pabuca sokma?”

Ağzımı açıp tek bir kelime konuşmuyorum ama Saat 07.00 den önce hareket etsek iyi olacak o zaman 11.00 de kesin Altınoluk’ta oluruz.

BİNTEPELER’DEN SONRA YOL BOZUK!

Hollanda’dan senelik izinine gelen Edremit/Akçay’da Akdağ, Altınoluk’un Avcılar semtinde Andal ailelerinin yazlıkları var. Bu ahpaplarımızı ziyarete gidiyoruz bu arada biz de bir haftalık tatil yapma fırsatı bulacağız onlarla beraber. 

Yol hazırlığımızı zaten akşamdan tamamlamıştık. Valizleri apar topar bagaja yerleştirdik. Şu ana kadar plan tıkır tıkır işliyor, kısacık bir gecikmeyle de olsa 07.17 de hareket ediyoruz. Bintepeler’e kadar yolun her iki tarfında üzüm bağları, dometes, patlıcan, mısır tarlaları var. Burası sanki Gediz ovasının su havzası. Yeşillik, sulak, verimli topraklara hakim. Bintepeler ise kuru arazi, anlayacağınız sulu tarım yapılamıyor. Çünkü su yok..!

Eskiden buralarda binlerce dönüm buğday, arpa gibi tahıllar ekilirdi şimdi gözüyün alabildiği yer zeytin ağaçları ile dolu. Zeytin fidanları çok eski değil daha 15 yıllık filan. Belen-Gölmarmara arası zeytin diyarı oldu diyebiliriz. Bu gidişle Ayvalık-Edremit’e rakip olacağa benziyor (şaka...şaka).

            -“Yarın buralarda bir dönüm firez tarlası göremiyeceğiz.”

- “Olsun. Buğday ambarımız Konya ovası ne güne duruyor”

- “Kos koca 75 milyonluk Türkiye. Bir orasıyla doyar mı? Oralarda boz kır, üstelik havalar çoğu zaman kurak geçiyor. Tarım ülkesi memleketimiz tahıl mı ithal edecek yoksa? Bunları da mı göreceğiz” dedi hanım.

Yorum yok!!!

Tütün tarlalarını geçip tepeden aşağı iniyor, Marmara Gölünün kıyısına geliyoruz. Bu sene yağmur çok yağmış. Dağlardaki karlarda eriyince tabiri yerindeyse göl taşmış, sular tarlaların içine kadar uzanmış. Su dolu, bu yıl sazan balığı bol olmalı.

Aniden duble yol bitiyor, tek gidiş geliş oldu. Ahmetli kavşağından sonra Akhisar’a kadar çok kötü, tangur tungur . Git git bitmiyor.

Hanım – “Başım ağrımaya başladı” dedi. Psikolojik sıkıntıyla Akhisar’ın şehir merkezine girdik. İlk benzicide durup arabayı fulledik. Biraz gittikten sonra İzmir-İstanbul çevre yoluna çıktık. Sabahın erken saati olmasına rağmen trafik çok kalabalık. Kimisi bayramlaşmaya kimileri ise bayram izinin fırsat bilip Ege ve Akdeniz sahillerine tatile gidiyor olmalılar.

Ana yoldan ayrılıp Kırkağaç istikametine sapıyoruz. Duble yol, yeni yapılmış hemde birinci sınıf asfalt kullanılmış. Kavunları ile meşhur Kırkağaç ilçesinin içinden geçmiyoruz artık yeni yol kasabanın çevresini dolanıyor. 6. Jandarma Komondo Alayının bulunduğu karşıki dağlara, kavun tarlalarının bulunduğu ova ya bakıyoruz her taraf zeytinlik.

Arabayı topukluyoruz, son sürat gaz veriyoruz. İbre bir ara 190 km gösteriyor. Ne zaman Soma’ya vardığımızı anlayamıyoruz. Dost doğru şehir merkezine dalıyoruz, her ikiyüz metre de bir trafik lambası var. Tabelalarda `Kısrakköy Kömürü` yazıyor. Parkın önünde ki Madenci heykelleri sanki bize selam veriyor. Şehrin çıkışına iki tabela asılmış; Bergama-Ayvalık ve Savaştepe-Balıkesir istikametlerini gösteriyorlar.

Bergama yolunu tutuyoruz. Kınık’a kadar yol güzel, duble ondan sonra sık sık yol yapım çalışmalarıyla karşılaşıyoruz, kısa mesafelerde olsa tek gidiş geliş oluyor yol. Buranın ovasıda verimli pamuk tarlalarıyla dolu. Karşıki dağın eteğinde çimonto fabrikasının bacaları gözüküyor.

Bergama’nın içerisine giriyoruz. Tarihi Zeus tapınağını teğet geçip İzmir-Çanakkale yoluna, yani otobana çıkıyoruz. Bu yolu herkese tavsiye edebilirim. Pırıl pırıl duble yol altımızdan akıp gidiyor.

Dikili’yi geçtikten sonra bir ara durup Ayvalık Tostu yiyelim diyoruz. Hayalini kurduğumuz bir kuş sütü eksik sabah kahvaltısı aklımıza gelince bu düşüncemizden vaz geçiyoruz.

EDREMİT ZEYTİNİ Mİ, KARADUT SUYU MU?

Teypte İsmail YK’ın “Bas Gaza” şarkısı çalıyor. Yolun kenarındaki tabelanın birinde Edremit 38 km yazısı. Daha erken turistler, yazlıkçılar uyanamamışlar belli, yol sakin.

Önümüzde İzmir, Balıkesir, İstanbul, Tekirdağ ve Ankara plakalı son model arabalar. Hiç birimiz tarafik kurallarını ihlal etmiyoruz. 120 km den hızlı gitmediğimiz gibi kırmızı ışıklarda da duruyoruz. “Bugün Misafirimsiniz, Yarın Gömeçlisiniz” yazısı dikkatimizi çekiyor. Birde yol boyunca “Karadut Suyu” bulunur stanadları. Hemen hemen her standda bir araba durmuş alış veriş yapıyorlar. Buralarda sadece siyah zeytin, yeşil zeytin vede zeytin yağı bulunur derken birde Karadut çıktı karşımıza. Bu işin raconunu bozuyor, “Zeytinin kalesi Edremit” tezini çürütüyor gibi.

Derken Burhaniye gözüküyor. Tabaleda “ÖREN” kırmızı şerit içinde verilmiş herhalde burası ya tarihi bir yer yada turistik bir belde. “Kuvvacıların Memleketi Işık Sahili Burhaniye’miz” tabelasının altında şehir nüfusu 41.900 rakamlarını görüyoruz. Önümüze büyük bir yol kavşağı geliyor, Çevresi Kuvvacı Milliyecilerin, Mehmetçiklerin heykelleriyle dolu.

Altından şırıl şırıl suların aktığı bir köprüyü geçiyoruz ki karşımıza Edremit Havalimanının kontrol kulesi çıkıyor. Şimdilik çok aktif değilmiş. Yazlıkçılardan dolayı sadece yılın üç ayı canlıymış. Anadolu jet havayolları, İstanbul Sabiha Gökçen Havaalanına günlük seferler düzenleniyormuş.  Çok yetersiz ama bu durumun ilerki yıllarda değişeceğini umut ediyor yöre halkı. Buralarda her şey “Yazlıkçılara” göre hesaplanmasın artık diyorlar.

Birden yol üç şerite dönüşüyor. Asfalt daha taze, yeni atılmış belli. Bir üst geçit çalışmasının altından Edremit’e giriyoruz, aniden ortalık kalabalıklaşıyor. KADIKÖY, AKÇAY istikametinde arabalar zorla ilerliyor. Trafik kitlenmek üzere. GÜRE beldesine giriyoruz, yolun sağında sonunda AVM merkezleri sıralanmış. Öğle olmadan önleri arabalarla dolmaya başlamış bile. Ne tüketici toplum olmuşuz da haberimiz yok. Kazan harca, kazan harca..! Özellikle genç nesil tassaruf nedir, birikim nedir bilmiyor. Eskiden Avrupa’yı, Amerika’yı kınardık. Ekonomik krizden dolayı Avrupa’da lüks durdu ama bizde hala dört nala koşuyor. Büyük şehirlerde olduğu gibi otoban kenarlarında da mantar misali AVM’ler yükseliyor.

ALTINOLUK sınırına girince arabayı yavaşlatıyorum, sağ şeritten yavaş yavaş ilerliyoruz çünkü Yuvam Sahil Sitesi tabelasını arıyor gözlerimiz. Uzakta, küçük bir tabelada bu yazıyı görüyoruz.

Çocuklar sevinçle “İşte burası” diyorlar.

-          “En nihayet” diyorum. “Dört saate yakın direksiyon arkasındayım, yoruldum.”

-          “Kahvaltıyı düşün” diyor, hanım.

Arnavut kaldırımı taşlarla kaplanmış sokağa sapıyoruz. Hafif bir rampaya doğru tırmanıyoruz. Köşe başındaki evin üçüncü katındakiler el sallıyorlar.

-          “İşte bizimkiler!.” Biz de el sallıyoruz.

Fazla aramadan kolayca adresi bulduk. Arabayı kaldırımın kenarına park ediyoruz. Sepetler imece usulü yukarı taşınıyor. Balkonda dört dörtlük kahvaltı masası bizi bekliyor. Çocuklar kendi aralarında Flemekçe, Türkçe karışık konuşuyorlar. Biran önce kendilerini plaja atmak istiyorlar. Kahvaltısını bitiren deniz mayosunu giyiyor. Bornozlar, terlikler, şapkalar, güneş yağı kremleri alınıyor. Kumsal, siteye pek uzak değil yaklaşık 350 metre mesafede.

Balkondan mas mavi deniz gözüküyor.

-          “Arabalar vızır vızır... Karşıdan karşıya geçerken çok dikkatli olun...!!!”

-          “Tamam... Yeter artık anne... Kırk defadır söylüyorsun..!” diye tepkilerini dile getiriyor çocuklar sonrada gülüşerek gözden kayboluyorlar.

-          “Şu Altınoluk’un trafiği bir başka, çocuklar karşıdan karşıya geçerken ödüm patlıyor. Belediye her yüz metreye tarfik lambası koysun yada tünel yapsın.”

-          “Allah korusun” diyoruz. “Ne tüneli?”

-          “Bir çeşit alt geçit. Sahile inmek için bir kaç tane tünel var ama yetersiz.”

-          “Güzel fikir” diyoruz. “Hiç olmazsa kaza rizikosu yok!.”

Çocuklar denizden gelsinler, çay içmeye DEDEPINAR’a gidelim diyor ev sahibi. Kazdağlarının doruğuna çıkacağız. Oralarda tam bir yayla havası var. Hem serin hem oksijeni bol. Sarıkızın kazlarını (efsane) güttüğü yerler.

-          “Tamam” diyoruz. ‘Demlik (Semaver)  kiralayıp ikindi çayımızı orada içelim.’

 

 

DENİZ TEMİZ, SU BERRAK AMA SOĞUK!

Ben doğrulup “Çocuklara bir bakayım mı?” diyorum.

Aslında benim de canım denize girmek istiyor. Afacanları bahane edip sahile iniyorum.

Deniz temiz, su berrak yerdeki çakıl taşlarını sayabilirsiniz. Denize girdiğimiz yerde kumsal geniş değil üç dört metre mesafelik. Kum ise yok denecek kadar az. Dikkatli olmak lazım çünkü on onbeş adımda deniz derinleşiveriyor. İyi yüzme bilmeyenler için tehlike teşkil edebilir. Bu gün nedense hava rüzgarlı plaj şemsiyesini bir türlü kuramıyoruz. Şemsiyede olmazsa olmasın deyip plaj havlularını çakıl taşlarının üzerine seriyoruz. Çocuklar bir türlü denizden çıkmak bilmiyor. Buranın suyu hem tuzlu hem soğuk. Denize girerken çakıl taşlarına dikkat etmek gerek birde deniz kestanelerine.

Türk’ün kıvrak zekası burda da işe yaramış. Yedi sekiz gübre torbasına taş, kum doldurup denize atmışlar yapay bir mendirek oluşmuş denizin ortasına doğru. Plaja gelenler onların üzerine basarak denize giriyorlar.

-          “Yayla ya kadar yüzelim” diyor, büyükler.

-          “Yayla da ne?” diyorum.

Parmaklarıyla denizin ortasında duran bir kayığı gösteriyorlar. Deniz üzerindeki bir duba ya bağlanmış üzerine de kırmızı boyayla YAYLA yazılmış.

Ben de onlarla beraber yüzüyorum, yüz elli metre sonra dibe dalıyorum nerdeyse nefesim kesilecek hala zemine dokunamadım. Dalgıçlık sevdasından vaz geçip tekara suyun yüzüne çıkıyorum.

Kumsala uzanıyorum.

Önümde ilham veren bir mavilik var.

TAHTA BAVULLA GELDİK, TAHTA TABUTLA DÖNECEĞİZ

Yanımda güneşlenen beyefendiyle konuşmaya başlıyorum.

Esasen Tuncelili olan 75 yaşında ki Hıdır amca 50 yıldır Almanya’da yaşadığını söylüyor. Üç yıl önce bir ahpabının tafsiyesi ile buradan bir yazlık aldığını, yılın üç ayını burda geçirdiğini, oksijene doyduğunu, kendini zinde hissettiğini söylüyor.

-          “Bak!” diyor.

Buralarda ne ağır sanayi var, ne de gökdelen, ne de büyük oteller. Altınoluk’un doğallığı bozulmamış. Etrafta aşırı müzik sesi yok, çevre kirlenmeside. Ege yemeklerinin tadı nefis buralarda. Dağlar yem yeşil, kızılçam, çınar, söğüt, karaçam, çitlembik ve tarihi zeytin ağaçları korunuyor. Dünyanın ikinci oksijen merkezine şimdilik insanlar zarar vermemeye çalışıyor.

-          “Türkiye’ye kesin dönüş ne zaman?” diyorum.

Başını sallıyor. “Nein” diyor. Gurbeti vatan tuttuk. Dört kızımın dördüde Sutturgart’ta ikamet ediyor. Büyük olan 43 yaşında. Torunlar boy boy. Onları orada bırakıp nasıl döneriz. Tahta bavulla geldik, tahta tabutla döneceğiz.

Haksızda değil hani. Birinci kuşak insanlar 70-75 yaşına geldi. Türkiye’deki hısım, akraba ve akranlarının çoğu ölmüş. Çoluk çocuk, torun torba ise Almanya’da. Dönüş kararı çok zor.

-          “Çare!” diyorum.

-          “Artık dönücü değil kalıcı olmaya odaklanmalıyız” diyor.

Türkiye’de satın alınan mal mülk ne olacak?.. Özellikle kırsal kesimdekilerin sekiz on dairelik apartmanları var. Kiracılar gününde ödeme yapmıyorlar. Binaların her yıl biraz daha boyaları soluyor, sıvaları dökülüyor. Çocuklar yıllık izinlerinde baba ocağına ya on gün uğruyorlar ya uğramıyorlar.

SATIN “GAYRİMENKULLERİNİZİ”!...

Öyle ise sonuç “En kısa zamanda bunların satılıp paraya çevrilmesi. Emeki aylığına eklenip çıtır çıtır yenmesi.”

-          “Avrupa’da 5 milyondan fazla Türk vatandaşı var. Bunun ancak 100 bini anavatana geri döner, 49 kere 100 bini ise oralarda kalır.”

Eğer şimdi satmazlarsa mülkleri kurda kuşa yem olur, evler viraneye döner, içlerinde baykuşlar öter. On yıl sonra mal sahibi öldüğü için miraslarda bölünemez olur çünkü verasetcileri bir araya getiremezler diye sözünü bağlıyor Hıdır amca.

Bu görüşe katılıyorum. Yerden göğe kadar hakkı var.

Gurbetçilerimiz; Devlet büyüklerimiz tarafından bu güne kadar memlekete döviz getiren vatandaş muamelesi gördü. Şimdi tam zamanı “Satın Gayrimenkulleri” ömrünüzün son günlerini refah içerisinde geçirmeye bakın.

Sohbet koyulaşmadan kalkıyorum. Eve gelip duşumu alıyorum, arka odada biraz uyuyorum.

KARPUZUN KİLOSU KAÇA?

Yuvam sitesinin sokağı denize dikey bakıyor. Sağlı sollu evlerin önüne yazlıkcıların arabaları park etmiş. Akşam oluyor. Sokağın başında kadınlı erkekli beş altı kişi toplanmış sohbet ediyorlar.

Yolun altından akordiyon sesi gelmeye başlıyor. Genç bir delikanlı akordiyon çala çala yokuş yukarı tırmanıyor yanındaki bayanda yazlıkçıların balkonlarına bakıyor. Müziğin ritmi kulağa hoş geliyor. Bir kaç balkondan el kol işaret yapılıyor bayan elindeki kaseyi onlara doğru uzatıyor. Bozuk paralar şıgırdayarak tam ortasına isabet ediyor. Bir kağıt para savrula savrula yolun ortasına düşüyor. Kız eğilip yerde yatan onluğu alıyor, cebine sokuyor.

O sırada “Karpuzcu” diye seyyar satıcının sesi duyuluyor.

-          “Almayalım” diyor alt komşu. “ Hep kabak çıkıyor”.

-          “Kilosu kaç lira” diye soruyor karşı komşu.

-          “80 kuruş” diyor satıcı.

-          “Bizim oralarda 40 kuruşa düştü” diyor hanım.

-          “Burası turistik yer” diyor ev sahibi. Hem aşırı fiyattan yakınıyoruz hemde iki karpuz birden satın alıyoruz.

 







Bugün 34 ziyaretçi (48 klik) kişi burdaydı!
 
          
Her Gün Yeni Bir Başlangıçtır.....TogaMedyacı.....2006 dan bu yana

“Düşünce, Aktüalite, Edebiyat”







 

Toga Medyacı Editörü / Wie is de editor van TogaMedyacı






BİLGİSAYAR 'IP' TANIMA
SAYACI

Flag Counter
  


 



 


 




 
Copyrigt 2014 ..... Her Hakkı Saklıdır ..... Design by TogaMedyaci
Sitemizde yayınlanan haberler kaynak gösterilmeden kullanılamaz. Bize mustafa_toga@hotmail.com e-mail adresinden ulaşabilirsiniz…




Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol